Saturday Fiction (2019)

"Başka bir cumartesi" (Mümkün mü?)

Dünyâ prömiyerini geçtiğimiz eylül ayında, Venedik'te yapan ve Altın Aslan için yarışan film, ardından Toronto ve Zürih'i dolaşıp 18. Filmekimi programıyla İstanbul'u teşrif etti. daha önce de Berlin, Cannes, Venedik gibi prestijli festivallerde boy gösteren ve yarışmaya dâhil edilen Lou Ye'nin on birinci uzun metrajı olan "Saturday Fiction" bizi 1940'lı yılların Şangay'ına götürüp sahne oyuncuları ve küresel aktörlerin piyonları arasında süregiden bir dizi kurmaca hikâye arasında âdeta başımızı döndürüyor.
TANITMA FİLMİ
(MUBI)
Hikâyesi, Hong Ying'in "Death in Shanghai" ve Yokomitsu Riichi'nin "Shanghai (1931)" romanlarına dayanan filmin senaryosu, daha önce yine Ye Lou'nun yönettiği "Summer Palace (2006)" ve "The Shadow Play (2018)"in de senaristi olan Yingli Ma'nın elinden çıkma. Görüntü yönetmeni de Spring Fever (2009), Mystery (2012), Blind Massage (2014) filmlerinde Ye ile birlikte çalışan Jian Zeng.

Sanırım her şeyden önce adından, dolayısıyla esin kaynağından başlamak gerekirdi. Her ne kadar Batı'da "Saturday Fiction" olarak bilinse de Çince adı "Lan Xin Da Ju Yuan"ın karşılığı "Lyceum Tiyatrosu" oluyor. Filmde yer alan ve 2003'te orijinaline uygun restore edilen yapı 1931 Şangay'ında inşâ edilmiş. Fransız imtiyaz bölgesinde yer alan târihî tiyatro Lou Ye için de nostaljik bir mekân. Ebeveynleri orada çalıştığından çocukluğunun bir kısmını sahne arkasında geçirmiş. Hoş bir tesâdüf müdür bilemiyorum, ama Hong Ying'in romanında da bu isimle yer alıyor tiyatro.
1940'larda Lyceum Tiyatrosu. (Kaynak: Flickr)
"Güneş İmparatorluğu"nu bugün pek çok kişi bilir elbet. 8 Aralık 1941'de Japon ordusunun, Şangay'ı işgâlini tâkiben bir İngiliz âilenin oğlunun (Christian Bale) kargaşa sırasında Japonların eline düşüp toplama kampına uzanan öyküsünü anlatır bu 1987 târihli Spielberg yapımı. İşte bu film de târihe Roosevelt'in "Rezil bir gün." sözleriyle geçen aynı dönemden ilham alıyor ve takvimi, Japon saldırısının bir hafta kadar öncesinden başlatıyor. (Pearl Harbor Baskını, Batı saatiyle 7 Aralık 1941 -Japon saatiyle 7 Aralık'ı, 8 Aralık'a bağlayan gece 00:00'da emir verilmişti- sabahı gerçekleşmişti.)

Prologda, devrin ünlü aktrisi Jean Yu (Gong Li)'nin Hong Kong'dan, Şangay'a gelişinin şehirdeki etkileri ve söylentilerini tâkip ediyoruz. Japonların esâreti altındaki eski kocası Ni Zeren (Zhang Songwen)'i kurtarmak için mi, yoksa rol arkadaşı ve âşığı Tan Na (Mark Chao)'nın sahneleyeceği oyun bahânesiyle -onu görmek için- mi döndüğünden emin olamıyoruz. Bir süre sonra kadraja üvey babası Frederic Hubert (Pascal Freggory) de girince bu kez bilgi sızdırma amacıyla orada olabileceğini düşünüyoruz. Japon subaylar, Çinli direnişçiler, tiyatro oyuncuları, Fransız ajanları, muhbirler arasındaki oyun tahtasında kibar ve ketum bir kadın figürü sergiliyor Jean Yu. Zarif olduğu kadar, gizil bir vahşi yanı olduğu da seziliyor duruşundan.
Bol ödüllü aktris Gong Li, ünlü oyuncu Jean Yu rolünde. (Kaynak: La Biennale)

Tıpkı Şangay gibi, Jean Yu'nun etrâfı da -erkeklerle- kuşatılmış durumda. Bunlardan ilki otel yöneticisi Saul Speyer (Tom Wlaschiha) oluyor. Alman oyuncunun adı pek çoklarına tanıdık gelecektir. Evet, "Game oh Trones"un yüzsüz adamı Jaqen H'ghar efendim karşımızdaki. Bu kez de Şangay'daki taht kavgasına dâhil oluyor ve oyun tahtasında yerini alıyor. Bir müddet kimin tarafında olduğunu anlayamadığımız Speyer, Jean Yu'yu sıkı markaja alıyor, hatta telefonlarını dahi dinletiyor. Bir tür tedbir mi, yoksa şüphe mi belli değil henüz. Tabiî Cathay Otel'in de Fransız bölgesinde kaldığını biliyoruz, ama ortalık öyle karışık ki kimin, neci olduğunu kestirmek zor.

Hiç şüphesiz tek başına Gong Li adı dahi seyirciyi ekrana çekmeye yeter. Her bakışında, jestinde, mimiğinde, edâsında ister istemez dikkat kesiliyorsunuz. Yaşına rağmen, daha doğrusu, yaşının getirdiği güzellik bâzen oyunculuğunu dahi gölgeleyebiliyor. Elbette olayların merkezinde yer alması, hatta hâdiselerin onun etrâfında cereyân edişiyle bu "bir kadın"ın, yani onun filmi. Tabiî dikkat çeken başka karakterler de var.

Cinsellik ile siyâseti aynı kadrajda çarpıştıran ve bilhassa Suzhou River (2000), Summer Palace (2006), Spring Fever (2009) ve Blind Massage (2014) gibi filmlerle tanınan altıncı kuşak Çinli yönetmen Ye, neo-noir akımının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Bu kez de karanlık bir dönem ve atmosferde geçen öyküsünü, bir nev'i o devrin rûhuna uygun olarak, siyah-beyaz çekmeyi tercih etmiş. Yer yer ışığın da çok kısık olduğu planlarda oyuncuları ayırt etmekte zorlanabiliyorsunuz. Üstelik tek zorluk bu da değil.


(Devâmı gelecek. Yani öyle umuyorum.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Taxi Driver (2017)

The Witch: Part 1 - The Subversion (2019)

Dear Ex (2018)