The Witch: Part 1 - The Subversion (2019)

Manyeo / The Witch / İntikam
(Yazıdaki görseller için HanCinema'dan faydalanılmıştır.)

Konu: Çocuklar üzerinde gizli deneylerin yürütüldüğü bir tesisten kaçmayı başaran Ja-yoon (Kim Da-mi), bir çiftlik yakınında kanlar içinde, baygın bulunur ve çiftlik sâhibi yaşlı çift tarafından sâhiplenilir. Bundan on yıl sonra geçmişin üzerini örtüp normal bir kız çocuğu gibi hayâtına devam etmektedir. Ebeveynlerinin yaşlanması ve çiftlikte işlerin kötüye gitmesi onu farklı bir kazanç arayışına iter ve böylece TV'deki bir yetenek yarışmasına katılmayı uygun bulur. Tabiî bu denli göz önünde bulunmak karanlık geçmişine çekilen perdenin yeniden aralanmasına sebep olur.
İlk olarak kendi ülkesinde (27 Hazîran 2018) 1.117 kopyayla gösterime girip 3,189,091 seyirciyi salona çeken film dünyâ prömiyerini ise bir ay kadar sonra Montreal'de (Kanada) 22. Fantasia Film Festivali'nde yaptı ve başrol oyuncusu Kim Da-mi'ye en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandırdı. Ülkemizde CGV Mars tarafından "İntikam" adıyla 35 salonda gösterime sokulan (5 Temmuz 2019) filme 18+ yaş sınırlaması getirildi.
 Tanıtma Filmi
 
Açılış sekansında hiyerogliflerden başlayıp kroniklere (Trent'li Simon'un kurban edilişi), oradan çeşitli târihlerdeki tıbbî deneylerden kesitlere uzanan bir dizi fotoğraf karesiyle sanki bir kült, gelenek ya da bir tür akımla bağlantı kurma niyetinin akabinde ağzı-burnu kanlar içinde ve bir yatakhânenin ortasında yerde duran büyükçe bir branda altında ölümüne dövülen çocuklarla karşılaşıyoruz. Hemen ardından da ormanlık alanda kovalanan, ürkmüş bir çocuğun sık sık nefes alıp verişini dinliyoruz. Bir süre sonra yakalanan küçük bir erkek çocuğu üzerinden Bay Choi (Park Hee-soon) ve Dr. Baek (Jo Min-Soo) arasında gerçekleşen diyalogla özel yetenekleri olan çocuklar üzerinde araştırmaların yapıldığı bir tür gizli tesis olduğunu tahmin edebiliyoruz. Yine bu konuşmada, evvelce nefesini, korkusunu, yüreğini dinlediğimiz çocuğun sekiz yaşında bir kız olduğunu ve muhakkak yakalanması gerektiğini, yakalanamasa da zâten kafasındaki bir "şey" yüzünden fazla yaşama şansının olmadığını öğreniyoruz. Sonrasında geniş planda, ıssız bir arâzinin ortasında gördüğümüz çiftlikte güne hazırlanan orta yaşlı Bay Goo (Choi Jung-Woo)'nun, yakınlarda kanlar içinde ve baygın hâlde yatan o sekiz yaşındaki kız çocuğunu bulduğu âna tanıklık ediyoruz. Şaşkınlık ve endişeyle eşine seslenen adam, çocuğu kavrayıp evine taşıyor. Eve gelen doktorun, kafasında bir sorun olduğuna işâret ettiği, ama endişeye mahal olmadığı, yine de bir çeşit hâfıza kaybı yaşayabileceği bilgisini hemen not ediyoruz. Evin erkeği, doktoru uğurlarken Bayan Goo (Oh Mi-Hee) bir anlığına miniğin uzandığı yatağın kenarına oturup nâzikçe yanağını okşuyor ve kalkmak isterken sol elinin işâret parmağına yapışan minik el yüzünden durakalıyor. Bu kısa sürede miniğin sevgiye ve anneye olan ihtiyâcı ile Bayan Goo'nun -bakışlarında- çocuk özlemini sonuna kadar hissedebiliyoruz. Böylece adını, nereden geldiğini bilmedikleri küçük kızı âileye kabul ediyorlar ve bu hazırlıklar yardımıyla ekranda beliren "On yıl sonra" ibâresini tâkip eden sahnede gördüğümüz genç hanımefendinin olayların üstüne sünger çekip kendisini kendisini evlât edinen Goo âilesine nasıl da bağlandığına iknâ oluyoruz. (Şahsen ben oldum. Zâten başka neye gerek var ki?)
 
 "Seni böyle güzel yaptım, sana özel yetenekler verdim. Bana minnettar olmalısın, öyle değil mi? Hey, seni ben yaptım! Senin için bir anneyim, anne!"

Bu andan îtibâren hayırlı evlât rolünde bir Ja-yoon (Kim Da-mi) çıkıyor karşımıza: Alzaymır belirtileri gösteren annesine sabırla ve şefkatle yaklaşan, artık güçten düşmeye başlayan ve işleri pek yolunda gitmeyen babasına her konuda yardımcı olmaya çalışan biri. Okulunda, hatta hemen her şeyde başarılı; özverili, yardımsever, âilesine düşkün, örnek bir genç kız görüyoruz. Gereğinden fazla sorumluluk almaktan da çekinmiyor. Babasından izinsiz kamyoneti alıp bir başına kasabaya gitmek gibi. (İyi ki de yapmış; aferin kız sana! Bu sâyede dönüş yolunda Hyun Cheol'dan "Name tag for love"ı dinleyebiliyoruz.) Bu gibi çabalar kâfi gelmeyince âilenin maddî durumunu düzeltmek için, yakın arkadaşı Myung-Hee (Go Min-Si)'nin teşvîkiyle, TV'deki bir yetenek yarışmasına katılıyor. Sesiyle ve illüzyon (!) gösterisiyle jüriyi ve seyircileri etkilemeyi başaran Ja-yoon art arda eleme turlarında ekranda daha fazla yer alınca popülarite kazanıyor ve on yıl boyunca uzak kalmaya çalıştığı karanlık yüzlerle tekrar karşılaşmak durumunda kalıyor. Peki hiçbir şey hatırlamaz ve onları tanımaz iken neyle, nasıl mücâdele edecektir? Evet, Ja-yoon'un geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalacağı bu hâdiseler ilk yarım saat gibi bir sürede vuku buluyor. Trende karşılaştığı gizemli genç adamla (Choi Woo-Sik) birlikte huzurlu ve mutlu âile tablosunun bozulacağını anlayabiliyoruz pekâlâ. Ve o gizemli genç adam öyle kuvvetli ki tek eliyle dik kuvvet uygulayarak kendisinden daha iri birinin boynunu kırıp onu âdeta bir çanta gibi -kemerinden tutup- fırlatarak bizi ürkütmeyi başarıyor.
Ja-yoon bir yandan bize ne kadar sevecen ve özverili olduğunu ispat etmek isterken bir yandan da baş ağrılarıyla başa çıkmaya çalışarak mazlum ve mağdur hâliyle iyice yakınlık hissedip bağ kurmamızı sağlıyor. Önceleri onu internetten araştırma yaparken görüyoruz. Bir doktorun da durumunun kötüye gittiğini belirtmesi ve âcil ameliyat tavsiyesinde bulunması meseleyi daha da dramatik bir boyuta taşıyor. Peki Klark Kent'in kriptonitten kurtulması için TV'den kazanacağı ödül yeterli gelecek mi? Ah, pardon! Kahramanları karıştırmışım. Yine de başlangıçta vurgulanan başa yerleştirilen şey (!) ve baş ağrıları olsun; kimsesiz bir çocuğun taşralı, çocuksuz bir çift tarafından sâhiplenilmesi falan sanki bir anti-Superman öyküsü gibi gelmiyor mu? Peki gizli araştırma, deney üssü, çocuklar, özel yetenekler vs. bir şey çağrıştırıyor mu? Pekâlâ bir "X-Men" filminde araya sıkıştırılabilirdi. Hikâyenin devâmında öğreneceklerimiz daha birçok benzerliğe ya da esinlenmeye kapı aralayabilir. Zîra Ja-yoon, gizemli ve karanlık geçmişiyle yüzleştikçe konu bambaşka bir şeye dönüşüyor. Tabiî yönetmenin, bu türde daha önce gösterilmiş eserlerden kimi ögeleri arakladığını falan iddiâ etmiyorum, sâdece ortak noktalara dikkat çekiyorum. Kaldı ki geriye dönüp bakıldığında kimi yerleri zorlama gelse de bir noktadan sonra senaryoda kırılma/bükülme yaşanıyor ve seyirciyi de bi' güzel şaşırtıyor. Bu yönüyle dahi diğerlerinden ayrı tutulmayı bir nebze hak ettiğini söylemek mümkün.
 

G. Kore ve intikam denilince akla ilk gelenlerden, Kim Jee-won imzâlı, 2010 yapımı "Şeytanı Gördüm"ün senaryosuyla ünlenen senarist ve yönetmen Park Hoon-jung'un beşinci yönetmenlik (Aynı zamanda senaryo da ona âit.) deneyiminde bir üçleme olarak planlanan "The Witch" serisinin ilk filmi "The Subversion" ile karşı karşıyayız. Yazıp yönettiği bir önceki filmi "V.I.P"de de bolca vahşet sahnesi yer alan Park, bir kez daha kan ve şiddet dolu karelerle doldurmuş bu intikam temalı filmini. Başlangıçta aynı doğrultuda hareket edip işler kontrolden çıkınca hedefleri değişen iki grubun çıkarları arasında sıkışan ve ölüm makinesi olarak yetiştirilen Ja-yoon'un ne tür bir "cadı" olduğuna/olacağına dâir kanaati kısmen filmin ikinci yarısında edinebiliyoruz. Daha doğrusu tahminde bulunuyoruz, çünkü devam filmlerinde nereye varacağını kestirmek şu an için biraz zor.
Görüntü yönetmeni koltuğunda, daha evvel Park ile 2011 târihli -bu filmde Bay Choi'yi canlandıran Park Hee-soon'un da başrolü paylaştığı- "The Showdown" filminde birlikte çalışan, Kim Young-Ho  ile daha ziyâde kamera başında yer alan Teo Lee bulunuyor. Kim, aynı zamanda Tsunami (2009), Harmony (2010), Quick (2011), The Tower (2012), The Pirates (2014) gibi filmlerin de görüntü yönetmeniydi. Bu yapımda, bilhassa aksiyon-dövüş sahnelerindeki kamera hareketleri ve açılarıyla gayet iyi iş çıkarıp gerçekçi bir görsel şölen sunmuşlar. Tam burada; bilhassa The Man From Nowhere (2011) ile (Şaka, şaka... O vakitler pek radarımızda değildi doğrusu. Peki nereden hatırlıyoruz bu abiyi? Hep bir ağızdan "Organize İşler: Sazan Sarmalı" dediğinizi duyar gibiyim.) hatırlayacağımız; Park Jung-ryul'dan bahsetmemek olmaz. Zîra, Shin Jae-myung ekolünden gelen aksiyon ustası, dövüş sahnelerindeki koreografilerde mahâretini konuşturup âdeta imzâsını atmış. Özel efektlerde dikkat çeken isim de özgeçmişinde nice aksiyonun yanı sıra Brotherhood (2004), The Front Line (2011), My Way (2011) gibi filmler yer alan Jung Do-ahn oluyor. Görüldüğü üzere görsellik ve teknik açısından bakıldığında iyi bir film için zemin pek müsâit. Tabiî burada özel ya da görsel efektlerde devâsa bütçeli Hollywood yapımları; ne bileyim bir Marvel; havası-seviyesi beklememek gerektiğini de belirtmek gerekir sanırım. Söz konusu psişik veya telekinetik güçlere sâhip karakterler olunca insan biraz daha fazla detay-sahne görmek istiyor elbet, ama mevcut imkân ve şartlarla pekâlâ göze hoş gelen, tatmin edici bir film kotarmışlar. Belki ticârî başarısına göre sonraki filmlerde bu gibi detayların dozu artabilir.
Filmin müzikleri de Mowg (Lee Sung-hyun)'a âit. "V.I.P"nin de müziklerini yapan Mowg, Şeytanı Gördüm, Masquerade, Hwayi: Bir Canavar Çocuk ve Dongju: Bir Şairin Portresi gibi filmlerle Blue Dragon Ödülleri'nde en iyi müzik ödüllerini toplarken Karanlık Görev (2016) ile 11. Asya Film Ödülleri'nde "en iyi orijinal müzik" ve The Fatal Encounter (2014) ile 9. Asya Film Ödülleri'nde "en iyi kompozisyon" ödüllerine sâhip olup bu kategoride rüştünü ispat etmiş bir isim. Farklı atmosferleri ve ruhsal durumları tamamlayıcı müzikleriyle görsel ve işitsel algımızı gayet güzel destekliyor filmde.

Oyunculara gelirsek önceliği elbette Kim Da-mi'ye vermek gerek. 2018 târihli "Marionette" adlı filmde Lee Yoo-young'un gençliğini canlandıran ve zorlu sahneleri olan bir rolü üstlenen yirmi dört yaşındaki genç oyuncunun ilk kez başrol oynadığı bu filmde gayet iyi iş çıkardığını söylemeliyim. Bilhassa bakışları ve mimikleriyle karakterinin farklı ruh hâllerini ekrana yansıtmada pek başarılı. Bu anlamda epey inandırıcı, hatta etkileyici bir performans sergilemiş. Oyunculuğuyla ışıldıyor doğrusu. Zâten bu rolü ve performansıyla yerelde (39. Blue Dragon Ödülleri, 27. Buil Film Ödülleri, 18. The Director's Cut Ödülleri, 10. KOFRA Film Ödülleri, 55. Grand Bell Ödülleri, 2. Seul Ödülleri) en iyi yeni kadın oyuncu ve 22. Fantasia Film Festivali'nde de en iyi kadın oyuncu ödülüne lâyık görülmüş. Yalnız; hani bir kusur sayılmayabilir ya da herkeste aynı etkiye sebep olmayabilir; ama yer yer alaycı ses tonu abartılı ve rahatsız edici gelebiliyor. Elbette bunu, karakterin etkisini artırmak için, yönetmen özellikle istemiş olabilir. Bu arada, yönetmenin 3. Londra Doğu Asya Film Festivali'ndeki söyleşisinde, Ja-yoon rolü için yapılan seçmelerde Kim Da-mi'nin 1.500 aday arasından sıyrıldığı bilgisi yer alıyordu. Ayrıca yetenekli oyuncu bu rol için üç ay kadar bir aksiyon okulunda eğitim görmüş.

72. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yeyle ödüllendirilen, Bong Joon-ho eseri "Parazit"te de yer alan Choi Woo-sik de prologda yakalanan erkek çocuğun on yıl sonraki hâlini canlandırıyor. Kaynaklarda "Gong-ja" ya da "Nobleman" olarak geçiyor karakteri. Ja-yoon ile aralarında o dönemlerden gelen bir rekabet ve düşmanlık var. Yüzeysel olarak iyilik ve kötülüğün doğasına temas edilen filmde bu iki figür yapmış oldukları seçimlerle veyâhut çevre etkisiyle bir nev'i zıt karakterler olarak ileri sürülüyor gibi. (Aslında siyah ve daha siyah gibiler.) Genellikle yardımcı rollerde seyrettiğimiz Woo-sik senaryoda haylice yer tutan karakteriyle oyunculukta da, afişlerde de bir adım öne çıkıyor diyebilirim. Yalnız, canlandırdığı karakterin araya sıkıştırdığı İngilizce kelimeler kanımca eğreti duruyor. Tamam, yıllarca Kanada'da kalmış olabilirsin; bu mârifetini de göstersin tabiî; ama K-Pop grupları gibi bir Korece-bir İngilizce konuşmak niye? Batı'ya sempatik görünmek mi, bir ayrıcalık/üstünlük yüklemek mi? Hem mâdem çok "süper" bu arkadaş, neden bir Latince değil misal? (Bunun adı "tribüne oynamak"tır tribine yandığım, tiridine bandığım.)
Öne çıkan bir diğer genç oyuncu da, K-Pop grubu "2EYES" üyesi, Jung Da-eun. 1994 doğumlu oyuncunun ikinci sinema deneyimi. Filmde bir adı olmayan, farklı kaynaklarda "Uzun Saçlı Kız" ya da "İngilizce Konuşan Kadın Cadı" olarak belirtilen bu karakter için ister istemez "çakma Gogo Yubari" diye geçirdim içimden. Böylesi karanlık filme cuk diye oturan bir rolü var, ama bu denli pervâsız, psikopat, alaycı, soğuk nevâle bir çekik gözlü genç kız görünce Gogo'yu hatırlamamak ve onunla kıyaslamamak imkânsız gibi.
Filmin ilk bakışta dikkat çekmeyen ironik bir yanı olduğu kanaatini taşıyorum. Ja-yoon'un, TV şovunda -yeniden düzenlenmiş- "Danny Boyle" (Şarkıyı daha önce, 2010 yapımı Harmony'de Kang Ye-won'dan orijinaline uygun biçimde dinlemiştik.) yorumu meselâ. (Dilime takıldı yâhu.) İngiliz ve İrlanda kökenlilerin cenâzelerde dahi çalınmasını isteyebildikleri böylesi acıklı bir eserin pek şenlikli hâle getirilip servis edilmesi bu durumu izah etmeye bir nebze yeter sanırım. Kaldı ki melodisiyle kulağa eğlenceli gelen eseri put gibi -âdeta zorla- icrâ eden genç kız figürü de bunu desteklerken bir yandan da ne tür bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu fısıldıyor sanki. Yine bu sahneyle hem günümüz gençliğinin kolay yoldan para kazanma arzusuna bir gönderme yapılırken özel-süper güçleri olanların da bu bağlamdaki ahlâkî ikilemine atıfta bulunulmuş.

Gelelim filmin eksilerine. Bir kere en başta hikâyenin gelişme bölümünün ağır tempoda ilerlemesi gelir. Başlangıçtaki merak uyandıran ve sarsıcı görüntülerden sonra bu denli -pek tabiî kasten yapıldığı mâlûm- durağan ya da öyküde derinliğe çok fazla etkisi olmadığı hâlde uzunca tutulan sahneler seyirciyi biraz mayıştırıyor. Aslında yönetmenin tam olarak istediği de bu. Beklediği çarpıcılığı sağlamak adına bizi biraz uyutmaya/uyuşturmaya çalışıyor. Bir başka dikkat çeken, daha doğrusu akla takılan da havada kalan kimi karakterler. Herhâlde lâf kalabalığı için senaryoya yazılmamıştır adları. Sonraki film(ler)de bunların hikâyesinden pasajlar sunulacağını umuyorum. Hikâye demişken; bu filme mahsus değil bittabi, hemen her serinin ilk filminde karşılaşılabilecek bir durum olarak; olayların ve öykünün açığa çıkarılmasında uzun monologların ya da diyalogların kullanılması bir miktar can sıkıcı olabiliyor. Özellikle Dr. Baek'in sazı eline alıp epeyce bir süre solo atması buna örnek gösterilebilir.

Filmin adı da akla takılanlar arasında. Hani bizdeki çeviriler zâten mâlûm da orijinal adı "manyeo" ve İngilizcede bire bir karşılığı "witch" oluyor, yani bildiğimiz cadı. Öykü ilerledikçe kahramânımızın neye evrileceği ya da konunun nereye varacağı az çok belliyse de belki bir başka kıvrım daha söz konusu olabilir, ama şu anki hâliyle bildiğimiz "cadı"yla pek yakınlık arz etmiyor doğrusu. Yönetmenin bir-iki söyleşisine göz attım, ama buna dâir bir soru ya da bilgiye rastlamadım.

Açıkçası Park Hoon-jung daha koyu tonlarda öyküler yazdı ve yönetti, ama bu filmde seyirciyi yanıltmak/koşullandırmak, asıl konuyu kaynatmak adına; biraz da G. Kore yapımlarının olmazsa olmazı; bütün içinde sırıtan, cıvık bir mizâha yer vermiş ergen karakterler üzerinden. Bu kısmı görmezden gelinirse -ve bu tercihin arkası gelmeyecekse- üçleme için umutlu olduğumu ifâde edebilirim. Birçok filmden parça görebileceğimiz, türdeş nice esere atıfta bulunulabilecek yapım belki bir başyapıt değil, ama Kore intikam filmlerinde ayrı bir başlık olarak yer almayı hak ediyor. 


Peki neden bu filmi seyretmeli? Öncelikle hikâye anlatımı -ve metin- nispeten hafif kalsa da senaryosuyla dikkat çekmeyi ve merak uyandırmayı başarıyor, böylece serinin kalanı için de ümit aşılıyor. Burada anlatılan ve gösterilen özgün olmasa da aksiyon mevzubahis olduğunda çıtayı yüksekte tutan (Ülke, bu alandaki okullarıyla da ünlü.) G. Kore sineması intikam türünde de haklı bir üne sâhip. Ayrıca film bunlarla sınırlı kalmıyor, birçok türü harmanlıyor: İster "gizem"li bulun, ister gerilim deyin; ister bilim-kurgu sayın, isterseniz "Fantastik!" diye anın. (Dram, suç falan da cabası.) Kezâ Tarantino'dan etkilendiğini îtiraf eden -ve Şeytanı Gördüm gibi bir öyküyü yazan- yönetmenin bu filminde epeyce "neo-noir" havası teneffüs etmek de mümkün. Konu ve tür meselesini bir kenara koyup Kim Da-mi gibi bir yeteneğe odaklanmak bile tavsiye için yeterli argüman teşkil eder. Açıkçası oyunculuğuyla filmi sırtlıyor ve üst sıralara taşıyor. Sırf onun hatırına dahi bir şansı hak ediyor.

Sonuç olarak film için notum 6,5'tan 7/10.


POSTER




 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Taxi Driver (2017)

Dear Ex (2018)