A Taxi Driver (2017)

İlk olarak Sarangni'de paylaştığım 23 Aralık 2017 târihli yazımdır.

G. Kore'de 2017'nin en çok izlenen filmi: 12,189,566 kişi. An îtibâriyle tüm zamanlarda en çok seyredilen 11. yerli film konumunda. (KoBiz)

Tanıtma Filmi
 (Movieclips Indie)


Filmle ilgili söz sarf etmeden önce belirtmek istediğim bir şey var. Seyrettikten sonra aklımdan ilk geçen "Güney Kore'nin 'Ayla'sı da bu demek." oldu. Elbette konular, karakterler birbirinden farklı, ama büyük trajedileri -daha ziyâde- birey üzerinden yansıtmaları sebebiyle yakınlık ve bağıntı arz ediyorlar. (Kaldı ki ikisinde de bir yerli, bir de yabancı karakter ön planda.) Yine iki film de ülkelerinin yabancı film dalında Oscar aday adayıydı. Yalnız, iki filmin kahramanları arasında bâriz bir farklılık var: "Ayla"da, Süleyman Astsubay daha ilk dakîkalarda yüceltilirken bu filmde Man-seob -haklı gerekçeleri olsa da- paragöz bir adam olarak sunuluyor aynı dakîkalarda.

Bir vakit "26 Years" hakkındaki düşüncelerimi paylaşırken şöyle yazmışım:
Bu tür hikâyelerde, hâdisenin toplumsal boyutundan ziyâde, nispeten küçük bir topluluk ya da bireyler üzerindeki etkilerine odaklanılması -empati yapmayı da kolaylaştırdığından- daha çok ilgimi çeker, daha fazla etki bırakır.
Savaş ve darbe... Toplumların kaderini değiştiren, hâfızasında derin izler bırakan fecî olaylar. İnsanlık târihinde öyle utanç tabloları var ki sebep oldukları yıkımı rakamlarla resmetmekten başka çâreniz kalmıyor. Tabiî sayıların az ya da çok olması birini, diğerinden daha kötü, daha trajik kılmıyor. Netîcede hepsi; dünyânın bir kısmında veya tamâmında; mâsum insanların ölümüne, irâdelerinin tahakküm altında olmasına, temel insâni ihtiyaç ve değerlerden mahrum kalmasına yol açtıkları için aynı derecede kötülenmelidir.


          Taksi şoförü rolünde Kang-ho Song (Kim Man-seob)
Alman muhâbir rolünde Thomas Kretschmann (Peter)


Aralık 1979'da sûikast sonucu öldürülen devlet başkanı Chung-hee Park'ın (Yeri gelmişken, bu sûikastı mizâhî bir uslûpla işleyen 2005 yapımı "The President's Last Bang" de aklınızda bulunsun.) ardından iktidârı ele geçiren askerî dikta, Mayıs 1980'de muhâlefet liderlerini tutuklatıp parlamentoyu feshettikten sonra sıkıyönetim îlân etmiş ve böylece Gwangju'da başlayan demokrasi eylemlerinin tetikleyicisi olmuştur. Filme konu olan öykünün arka planı bu olaylardır. O dönem ilk resmî açıklamalarda ölen sivil sayısı 200 civârı verilmişken 2005'te protestocu yakınlarının verdiği bilgiye dayanarak bu sayı -kayıplarla birlikte- 606 olarak güncellenmiş.

1960-1980 arası Türkiye ve Güney Kore siyâsî dalgalanmaları âdeta birbirine paralel seyreder. Öyle ki aynı yıllarda ihtilâller, ayaklanmalar, darbeler meydâna gelmiştir. Güney Kore özelinde 18 Mayıs 1980'i ve Gwangju'yu özel kılan ise mutlak demokrasiye geçişte bir kilometre taşı olarak görülmesidir. "A Taxi Driver"dan önce de -doğrudan ya da dolaylı olarak- 18 Mayıs olaylarıyla alâkalı filmler çekilmiştir Güney Kore'de. İsmiyle zâten her şeyi anlatan, Ji-Hun Kim imzâlı, 2007 yapımı "May 18"in yanı sıra Cho Geun-hyun'un 2012 târihli intikam temalı "26 Years" filmi ya da Yoon-chul Jeong'un ucundan temas ettiği/atıfta bulunduğu 2008 târihli "A Man Who Was Superman"i aklıma ilk gelenler oldu. (Peppermint Candy de diyelim mi?) Kezâ Sun-woo Jang'ın 1996 yapımı "A Petal" filmi de vardır ki hakkında şöyle bir bilgi yer alır:
1980 yılında, askeri darbenin yönetime el koymasının yıldönümünde patlak veren protestolarda askerlerin yüzlerce göstericiyi öldürdüğü Gwangju katliamında, genç bir kız olayların arasında kalıverir. Katliam sırasında pek çok kişi gibi, annesinin de vurularak öldürülüşünü gören genç kızın belleğinden bu görüntü hiç silinmez. Evsiz ve kimsesiz olarak bir adamın yanında kalmaya başlayan genç kız tecavüze ve kötü muameleye de maruz kalır.
Bu film Kore halkının gerçekleri öğrenmek için talepte bulunmasına yol açtı. Hükümet sonunda, katliamla ilgili gizli dosyaları tekrar açma kararı aldı.
A Taxi Driver, sinema yolculuğuna Ki-duk Kim'in yardımcılığı ile başlayan, yönetmen Hun Jang'ın dördüncü uzun metraj filmi. Daha önce, senaryosunda Ki-duk Kim'in imzâsının bulunduğu, 2008 târihli "Rough Cut" ile yönetmenlik koltuğuna oturan Jang, ardından -başrollerinde Kang-ho Song'un da yer aldığı- 2010 târihli câsus filmi "Secret Reunion" ve 2011 yılında gösterilen Kore Savaşı temalı "The Front Line" adlı eseriyle karşımıza çıkmıştı. Gösterildiği dönemde birçok sinemaseverce "Brotherhood'dan sonra çekilmiş en iyi savaş filmi." olarak kabul gören "The Front Line" ile bilhassa çıtayı yükselten Jang, uzun süredir sessizdi.

Filmin açılış sekansında, gerçek olaylardan uyarlandığını belirten yazının arkasından, bir tünelden Kia Brisa marka-model özel taksisiyle çıkış yapan Man-seob Kim (Kang-ho Song)'i, Kore pop müziğinin kralı olarak bilinen Yong-pil Cho'nun radyoda çalmakta olan 1979 târihli hit parçası "Danbalmeori (Short Hair)"ye keyifle eşlik ederken görüyoruz. Takvimler 1980 yılının 19 Mayıs'ını göstermekte. İşine sıkı sıkıya bağlı, taksisine âdeta âşık Man-seob Kim'in o dönem için sıradan sayılabilecek bir gününe tanıklık etmemizi istiyor yönetmen. Böylece onun âile ve dostluk bağları, maddî durumu, karakteri gibi konularda bir portre oluşturup karakterle bağ kurmamazı sağlamak istemiş. Eşini kaybetmiş, on bir yışındaki kızıyla yaşayan ve arkadaşının evinde kirâcı olan Kim, mâlî sıkıntılarını atlatmak ve kızına dahi iyi bir hayat sunmak için paraya önem veren biri olarak sunuluyor. Öyle ki söz konusu para olduğunda vicdânının sesini dinlemekte gecikebilen biridir Kim. Elbette Seul'de başlayan demokratik protestolar yolları tıkadığı gibi onun müşteri bulmasını da zorlaştırmaktadır. Hâliyle Kim, bu eylemlerden ve eylemcilerden pek hoşnut değildir.






             


Filmde kullanılan ve Japonya'dan getirtilen Kia Brisa. Kia Brisa, Mazda Familia'nın bir çeşididir. (Kaynak: Seoul Newspaper)

Aynı târihlerde Man-seob Kim'in yol arkadaşı, Alman muhâbir Peter (Thomas Kretschmann)'i Japonya'da, basın merkezinde, kendi gibi yabancı meslektaşlarıyla sohbet ederken görüyoruz. G. Kore'den henüz gelmiş genç BBC muhâbirinin dün geceden beri Koreli dostlarına ulaşamadığını belirtmesi Peter'i harekete geçirir. Zâten bu diyaloğun öncesinde Peter'in, genç meslektaşının Japonya'yla ilgili izlenimlerini sorması üzerine verdiği -sanki ders niteliğindeki- "Huzurlu bir yer ki bu bir gazeteci için iyi değil. Huzurlu bir yerde çalışmamalısın." sözleri nasıl bir basın mensûbuyla karşı karşıya olduğumuzu haber veriyor. (Filmin bir yerinde de kendisi bunu destekler nitelikte "Haber neredeyse muhâbir oraya gider." diyecektir.) Gwangju'da ilk günün sonunda ise kendisinin, basın ahlâkı kadar, bağlı olduğu başka "değer"leri de görebiliyoruz.

İlk uçakla Seul'e giden ve pasaport kontrolü sırasında kendini misyoner olarak tanıtarak ülkeye giriş yapan Peter, yerel basından bir arkadaşının danışmanlığıyla kendisini Gwangju'ya götürecek bir taksici ile 100.000 won üzerinde anlaşır. (Ne tesâdüftür ki Kim'in kirâ borcu da 100.000  won'dur.) Anlaşmayı yapan taksicinin bu kıyak iş hakkındaki boşboğazlığı ona pahâlıya mal olur. Yemek yediği sırada kulak misâfiri olan Kim, onun müşterisini kapar ve böylece hikâyedeki "taksi şoförü" olma hakkına kavuşur. Görevi, Peter'i Gwangju'ya götürüp akşam (21:00) sokağa çıkma yasağı başlamadan geri getirmektir. Yurt dışında çalışırken öğrendiği çat pat İngilizce ile bu işin altından kalkacağına şüphesi yoktur.

Dakîkalar ilerledikçe, eylemlerin harâretlendiği dönemde ülke insanın, hatta hemen yanı başındaki şehirde yaşayanların dahi olanlardan haberinin olmadığını görüyoruz. Zîra Gwangju abluka altındadır. Şehre giriş-çıkış yasaklanmıştır. Telefon hatları kesilmiş ve yerel basın baskı altına alınmıştır. Misal, bir kontrol noktasında kendilerini îkaz eden askerin "Fazla uzun kalmayın, âsiler yüzünden ortalık çok karışık." sözlerine Kim pekâlâ şaşırmaktadır. Hatta öyle ki şehre girdikleri gün, kendisini teskin eden Kim'in "Ben de askerlik yaptım nineciğim. Hiçbir asker böyle bir şey yapmaz." sözlerine inanmakta tereddüt etmemiştir oğlunu arayan yaşlı kadın. Öyle ya, asker dediğin devleti, milleti düşmandan korur. Düşman da Kuzey'deki komünistlerdir -ve tabiî içimizdeki İrlandalılar- ancak. Bu arada, bahsi geçen yaşlı kadınla birlikte Kim'in tavırlarında ve algısında ufak değişimler başlamıştır. Peter'in çevirmenliği görevini üstlenen Jae-sik -ile empati, yakınlık- sâyesinde de yönetmen ileride karşımıza çıkacak karakter dönüşümüne hazırlmaktadır bizi.

1980 Mayısı'nda ülkenin birçok şehrinde sıkıyönetime karşı protesto gösterileri yapılıyordu. Gwangju'yu bunlardan ayıran ve olayları bu noktaya getiren ise 18 Mayıs'ta üniversiteyi kuşatan askerler ile hava indirme birliği arasında yaşanan çarpışma sonrası halkın sokaklara akması ve neredeyse tüm şehrin topyekün askerî otoriteye başkaldırmasıydı. Elbette filmde bu gibi bilgilere yer verilmiyor. Bu hâliyle sâdece G. Kore seyircisine hitap ettiğini söylemek ya da küresel çapta bâzı şeyleri dile getirmekten kaçındığını söylemek pek de yersiz sayılmaz kanısındayım. Netîcede on binlerce insanı bir meydanda, silahların gölgesinde toplanmaya iten güdülemenin kaynağını/dayanağını bilmek güzel olurdu. Bu gibi detaylar filmdeki kurgu havasını dağıtıp bir belgesel niteliği kazanmasına da yol açabilirdi tabiî. Ayrıca daha derin irdelemek süreyi etkileyebileceği gibi, yerel seyircinin acı hâtıralarını da canlandıracaktı. Yönetmenin birçok defâ mizâhî bir dil kullanıp bu ağır havayı dağıtmak istediğini söylemek mümkün. Diğer yandan bunu, vakit ilerledikçe dozu artacak dramın tesirini katlamak için kullandığı da düşünülebilir pekâlâ. Zâten tam filmin ortası sayılabilecek bir noktada böyle bir kırılma yaşatıyor bize bir akşam yemeği sonrası. O andan sonra mizah sosu sofradan kaldırılıp baharatlı, acı bir yemek serves ediliyor. Tam da o akşam yemeğinde Peter'ın tecrübe ettiği "kimçi" gibi: Acı olduğunu tahmin etsek ya da bilsek dahi ağzımızın -belki beklediğimizden fazla- yanacağı bir yemek artık önümüzdeki.

Filmde yer yer Kim'in, Suudi Arabistan'da çalışmasına atıfta bulunuluyor. Peter ile takside yaptıkları konuşmada da Almanya'daki Güney Koreli mâden işçilerinden bahis açılıyor. Dönemi ve toplum(sal durum)u yansıtmak adına bu gibi detayların araya sıkıştırılması güzeldi. Bu vesîleyle 1973 petrol krizi sırasında G. Koreli firmaların Orta Doğu ülkelerinde inşaat işine girdiklerini ya da Almanya'ya -aynen bizim gibi- "misâfir işçi" gönderdiklerini de öğrenmiş oldum. Kezâ Peter'i yasak bölgeye sokarken kullandığı Amerikan yandaşı söylemler de dönemin politik havasını anlamaya yardımcı olmak adına yerindeydi.

Genelde yabancı oyuncuları ya da karakterleri Uzakdoğu yapımlarında biraz eğreti bulurum, ama Thomas Kretschmann hiç göze batmıyordu doğrusu. Bu noktada yönetmenin seçimini kutlamak gerek. Peter ile Kim'in zıtlıkları ve aralarındaki gerilim ilgiyi ekranda tutmada oldukça etkiliydi. Aralarındaki dil sorununu da -hemşehrisi filmlerde rastladığımız şekilde- aşağılık hissi ya da güldürü malzemesi olarak kullanması da takdir edilmeli. (Hwang'ın, Kim'in İngilizce bilmesine şaşırması ya da genç eylemcilerin Jae-sik'i alkışlaması biraz farklı bir durum.) Zâten aralarındaki tek engel İngilizce-Korece meselesi de değildi. Bir yabancı ile halkına yabancı biri arasındaki lîsan farkı vardı başlangıçta. (Bkz. Jae-sik'in, taksicimize "Nasıl oluyor da yabancı biri bizi, senden daha iyi anlıyor?" demesi.) İlerleyen zamanda insanlığın ortak dilinde buluşmaları ve aynı sese (vicdan) kulak vermeleri de güzeldi. Tabiî bu ikiliye eşlik eden Hae-jin Yoo ve Joon-yeol Ryu'nun performansı da es geçilemez. Yalnız her ikisinin de göze batan birer sahnesi var bana göre: Jae-sik'in hastahânedeki ayakkabı sahnesi (ki oraya gelene kadar ayak-ayakkabı meselesine epeyce gözümüze soktu yönetmen. Yok Kim'in kızının arkasına basılmış ayakkabısı, yok kızına pazardan pahâlı ayakkabı almak istemesi, yok efendim Peter'in patatesi çıkmış çorabı...) ile Tae-sool'un sivil polislerle kovalamaca sahnesi. Elbette filmin bütününe baktığımızda bunlar değer kaybettirmiyor.

Kim Man-seob'un yol arkadaşı, dert ortağı Kia Brisa.
Solda yerel taksici Hye-jin Yu, sağda aktivist Jun-yeol Ryu.











Seul'ün banliyösünde on bir yaşındaki kızı ile yaşayan dul taksi şoförü Man-seob Kim'in gözünden bize Gwangju Demokrasi Ayaklanması'nı anlatan film doyurucu görselliği ve dönemi olabildiğince yansıtması ile göz dolduruyor. Yönetmenin de kullandığı figüranlar ve mekânlar yardımıyla bir öğrenci hareketi olarak başlayan eylemlerin askerlerin orantısız güç kullanması sonrası kentte dalga dalga yayılarak; işçisinden esnafına, gencinden yaşlısına; geniş kitlelerin sâhiplendiği bir demokrasi mücâdelesine dönüşmesini, yani tabanda kabul görmesini başarıyla aksettirdiği kanısındayım.  İlerleyen yıllarda doğurduğu sonuçlarla da yakın dönem Güney Kore siyâsî târihinin en önemli figürlerinden biri olarak toplumun hâfızasına yerleşen bu elim vak'ayı kendi hâlinde, sıradan, apolitik, dışarıdan (Gwangju dışından) bir karakter üstünden anlatmasını bir yerde doğru tercih olarak görüyorum, kezâ Peter'in varlığının da -bir yabancı olarak- bu savı destekler nitelikte olduğunu düşünüyorum, ama diğer yandan dönemin sorumlularından, emir verenlerden, olayların bu noktaya nasıl geldiğinden -pek- bahsetmemesiyle de kendi adıma eksik buluyorum filmi.

Her hâlükârda bir kurgu filmi karşımızdaki. Yaşanmış olaylardan uyarlandığını belirtmesi dahi hikâyeyi bire bir nakletme zorunluluğu doğurmuyor pekâlâ. İçinde birçok ekleme olduğu -ki zâten sırıtıyorlar- muhakkak, bir o kadar da söylemekten kaçındıkları. Yine de Mayıs 1980'de Jürgen Hinzpeter (Filmde, Peter) adlı Alman muhâbirin kamerasına kaydedip dünyâya servis ettikleri hakîkat. Yani burada övülen, öne çıkarılan, filmin adında -isimsiz- olarak yer alan kahraman taksi sürücüsü de bir o kadar gerçek. Hinzpeter Kasım 2003'te ödül alırken ya da bugün adına bir anıt dahi bulunurken o taksi şoförünün çabaları yadsınamaz veya küçümsenemez. Zâten tam da o sebepten geç kalmış bir teşekkür niteliğinde sanırım bu film. Sırf bu açıdan bakıldığında dahi takdîri hak ediyor, diyebiliriz.

Her ne kadar filmin adının kaynağı pek açık olsa da o döneme âit video görüntülerinden (ç)aldığım iki karede esâsında yerel taksi şoförlerinin rolü de tahmin edilebilir.

BUNDAN SONRASI FİLMİN SONUNA DÂİR BİLGİ İÇERMEKTEDİR.
 Filmin sonunda -2016 yılında hayâtını kaybeden- Jürgen Hinzpeter'in, bir daha hiç karşılaşmadığı ve kendisinden haber alamadığı gizemli taksici* (Aşağıdaki güncellemeye göz atınız.) için sarf ettiği özlem dolu sözler de her ikisi adına güzel bir jest olmuş. (Al sana bir "Ayla efekt" daha.)
Alman gazeteci Jürgen Hinzpeter için yapılan Gwangju'daki anıt. 

GÜNCELLEME: Film vizyona girdikten sonra taksi şoförü Kim’in gerçek kimliği, Alman gazeteci Jürgen Hinzpeter ile babasının birlikte çektirmiş oldukları fotoğrafı medya ile paylaşan Kim Seung-pil (Hâlbuki filmde kızı vardı.) tarafından ortaya çıkarılmış. Oğul Kim’in verdiği bilgiye göre babası Kim Sa-bok -filmin aksine- Gwangju olaylarından dört yıl sonra, yani 1984 yılında, kanserden hayâtını kaybetmiş. (Kaynak: HANKYOREH)

Kim Seng-pil, 9 Mayıs 2018'de Hankyoreh'e fotoğrafları gösterirken.

Filmle ilgili bir röportajda Kang-ho Song şunları söylemiş:
- Bu filmi yapmaya karar vermenin sebebinin, bir şeye borcun varmış gibi hissediyor olduğunu söyledin.
- Gwangju isyanı gerçekleştiğinde, ortaokul öğrencisiydim ve gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. Mesela radyoda, mafyanın bastırıldığı şeklindeki çarpıtılmış haberi duyduğumda rahatladım. Sanırım geçmişteki yalanların üstesinden gelmenin gücü Man-seob gibi sıradan vatandaşların ruhunda yatıyor.
(...)
- Özellikle dikkat çekici bir sahne var mı?
- Gwangju'dan kaçmaya çalışırken Man-seob, Um Tae-goo'nun oynadığı Çavuş Park'la görüşür. Bu bir sıpoylır olabilir, bu yüzden ayrıntılı bir açıklama yapamıyorum, ancak senaryoyu ilk gördüğümde sahneyi beğendim. Sanırım sadece Gwangju halkı değil, orada yaşayan askerler de acı çekti. Bence bu filmin amaçlaması gereken bir sahne varsa o işte bu sahne olmalı. Bence bu sahne, kendimizi sevmemizle acılarımızı iyileştireceğimizi ve üstesinden geleceğimizi söylüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Witch: Part 1 - The Subversion (2019)

Dear Ex (2018)