Manta Ray (2018)

Kraben rahu / Deniz Şeytanı

Benim adıma 38. İstanbul Film Festivali'nin açılış filmi olan bu tuhaf serüvan hakkında yazmasam olmazdı.

Filme adını veren "Manta ray" yani nam-ı diğer deniz şeytanı; bilhassa tropikal sularda yaşar ve vatozların en büyüğü olarak bilinir. Bir diğer adı da "hayalet vatoz"dur.

Yolculuğuna sanat yönetmeni olarak başlayıp kısa filmler çekerek devam eden yazar-yönetmen Phuttiphong Aroonpheng'in ilk uzun metrajı olan "Deniz Şeytanı" gösterildiği birçok festivalde övgüye ve ödüle lâyık görülmüş bir film. En çok dikkat çekeni de sanırım "Horizon" bölümünde "En iyi film" ödülünü kazandığı Venedik olacaktır. Yönetmenin, 2010 yılından îtibâren -henüz Rohingya meselesi bu kadar gündem olmamışken- yazdığı taslaklardan önce 2015 yılında "Dönme Dolap" adlı, yirmi beş dakîkalık kısa fim doğuyor; ardından hikâyenin ikinci kısmını genişleterek "Deniz Şeytanı"nı dünyâya getiriyor.
Tanıtma Filmi

Az sayıdaki diyalogları, metaforik anlatımı, sembolik yaklaşımı ve kimi absürt imajları ile "Acep övsem mi, yoksa yersem mi?" ikileminde kalıp kolay kolay karar veremeyeceğim bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Geneline hâkim olmasa da ön plana çıkan tarzı ile ister istemez hemşehrisi Apichatpong Weerasethakul'u ve yer yer güzîde eseri "Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor"u anımsatıyor. Tabiî daha seyredilebilir, anlaşılabilir ve sindirilebilir bir eser olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak lâzım. Bilhassa müzik gayet etkil(eyic)i bir enstrüman hâline gelmiş.

Yaklaşık on dakîka sessiz-sedâsız ilerleyen filmde, başlangıçta ormanlık alanda elinde bir silah ve etrâfı renkli minik lamblarla çevrilmiş bir adam görüyoruz. Ardından bir tür defin törenini müteâkiben mangrovların arasında yaralı bir adama (Aphisit Hama) rastlayan ve onu saplandığı balçıktan çıkartıp en yakın sağlık merkezine ulaştırmaya çalışan Taylandlı balıkçının (Wanlop Rungkumjad) çabalarına tanıklık ediyoruz. Eşi tarafından terk edilmiş bu balıkçı, hiç tanımadığı gizemli adamı evine getirip onunla ilgilenir ve yaralarını sarar. İyileş(tir)me döneminde tek kelime etmeyen yabancıyla iletişim kurmakta zorlanan Balıkçı, önce ona bir isim vermeyi uygun görür. Bunun için de Bird Thongchai* olarak bilinen Tayland'ın "süperstar"ından esinlenerek "Thongchai" diye seslenmeyi tercih eder.

Hiç konuşmadığı için Thongchai'nin kim olduğu, nereden ve neden geldiği hakkında herhangi bir bilgi sâhibi olamıyoruz, ama Balıkçı, bizim kadar sorun etmiyor gibi görünüyor. Salt insancıl bir eylem mi, yoksa birine ihtiyâcı olduğu için mi pek anlayamıyoruz. Önceleri evine buyur ettiği bir tür dâvetsiz misâfir gibi gördüğü bu garip yabancıya çabucak alışıyor. Yatağını, yemeğini, işini, alışkanlıklarını; kısaca her şeyini paylaşıyor onunla. Bildiği ne varsa öğretmek istiyor; motor kullanmayı, dalmayı, taş toplamayı veya "deniz şeytanı"nı çağırmayı. Adım adım hayâtına sokuyor ve âdeta bir bebek gibi hayâta hazırlıyor. Sonraları en gizli ve acı sırlarını da paylaşıyor onunla. Dilinden anlamadığı için mi, vicdan azâbının netîcesi mi, yoksa hesapsız güvenden mi bilinmez. Nihâyetinde kal diliyle anla(şa)masa da hâl diliyle kendini ele veriyor.
Solda Balıkçı ve sağda Thongchai.
Gel zaman git zaman aralarındaki münâsebet rutin hâline geliyor. Thongchai, Balıkçı'yı denizden dönüşünde motorla karşılıyor, getirdiği balıkları pişiriyor vs. Bir akşam Balıkçı, patronuna artık "bırakmak" istediğini söylüyor. Tesâdüf bu ya, çıktığı son seferden geri dönmüyor. Bir başına kalan Thongchai, öğrendikleriyle, daha doğrusu edindiği alışkanlıklarla sürdürüyor yaşantısını. Balıkçı'nın izini tâkip ediyor. Onun evinde kalıyor, onun işini yapıyor ve tıpkı onun gibi renkli taşlar toplayıp kayıkla açılarak vatoz çağırma ritüelini gerçekleştiriyor. Bir gün eve döndüğünde ise tanımadığı bir kadınla karşılaşıyor. Balıkçı'nın eşi Saijai (Rasmee Wayrana), âşığı (Ne tesâdüf ki bir askerdir.) tarafından kovulunca, gidecek bir yeri olmadığından eve dönmüştür.

Eğer ki film hakkında ön bilgi edinmemişseniz ya da coğrafya bilginiz çok zayıfsa açılış sekansındaki sahneleri herhangi bir yöreye âit, sıradan bir gizemli öykünün hazırlığı addetmeniz mümkün. Cenâze başında bekleyen beyaz takkeli adamlar, yaralı hâlde ölüme terk edilmiş -dil bilmez- yabancı, sâhil kasabası, acayip süslemeli silahlı adam vb. ögeler bir araya gelince şüphe uyandırabilir pekâlâ, ama geçerli ve yeterli ipucu olduklarını söylemek pek mümkün değil doğrusu. Kezâ namâza duran Thongchai de. İşte bu noktada Rohingya etiketi devreye giriyor. Esâsında yönetmen, Thongchai'yi isimsiz ve "dil"siz kurgulayarak bu etiketten bir nebze kurtarmak istemiş, ama nispeten kavruk tenli ve Müslüman bir karakter olunca biraz sırıtmış.

Aroonpheng'in bu konuyu ele alma fikri ve şekli her hâlükârda takdîri hak ediyor. Tabiî filmin, Tayland halkı adına bir tür kendiyle hesaplaşma veya günah çıkarma yöntemi olduğunu düşünmek de mümkün. Sonuçta Tayland hükümeti, Myanmar'la ilerlettiği enerji politikalarıyla bölgede ateşi körükleyen baş aktörlerden biri konumunda. Üstelik Reuters gibi kaynaklarda Tayland yönetiminin, insan ticâretine göz yumduğu ve Guardian'da yer alan habere göre de sığınmacıların tutulduğu kamplarda toplu mezarlar tespit edildiği görülüyor. Bu açıdan bakıldığında Aroonpheng'in, ülkesinin vicdânının sesi olmak istediğini söylemek abes kaçmayacaktır herhâlde.

Göçmen-mülteci meselesine satıhta yuvarlak ve belki de belirsiz sayılabilecek hatlarla temas eden film arka planda daha derin ve keskin bir biçimde ele alıyor konuyu. Bu arka planda ise daha ziyâde; Apichatpong Weerasethakul gibi; sürrealist bir yaklaşıma temâyül ediyor. Sanırım yaşanan trajediyi ve vahşeti tüm çıplaklığıyla gösterme çiğliği ya da cüretinden bir nebze uzak durmak, tâlihsiz hâdiselerin bedbaht kurbanlarında derin yaralar açan o kötü hâtıraları uyandırmaktan kaçınmak, kim bilir belki de kendini (kendi halkını, hükümetini vs.) yargılarken aynaya bakmaktan korktuğu için böylesi gerçeküstü bir üslûba başvurmuştur. Hak vermemek elde değil elbette. Haberlerle, mahkeme kayıtlarıyla sâbit bu gibi manzaraları olanca gerçekleğiyle yansıtmak belki bir belgesel söz konusu olduğunda pek mâkul olabilir, lâkin estetik kaygı güden, üstelik mâzîsinde "görüntü yönetmeni" titri olan birinde biraz sâkil dururdu.

Lâfı geçmişken, başlangıçta müzik için sarf ettiğim sözlerin bir benzerini görsellik için de dile getirebilirim. Tropikal kuşağın nîmetlerinden sonuna kadar istifâde etmesinin yanı sıra kimi mecâzî anlatımlara başvurduğu sahnelerde yer alan imge ve simgelerde ustalığını konuşturduğunu görebiliyoruz yönetmenin. Hatta bunları ses ve müzik ile buluşturduğu kimi planlarda hipnotik bir etki oluşturduğunu belirtsem abartmış olmam sanırım. Misal, Balıkçı ve Thongchai'nin, evde karşılıklı dansı... ( Weird Dance ) Tabiî göze hoş gelen her karenin mantık süzgecinden kolayca geçtiğini iddiâ edemem. Toprağa kulağını dayayıp "mücevher taşlarını" bulmak/duymak ile bunların dolunayda parlaması; sonra onları ışıklı disko topu ile bağdaştırıp filmin başında ve sonunda beliren minik ışıklarla çevrili askerle çarpıştırmak pek kolay olmuyor.

Yönetmen kadar, az sayıdaki oyuncudan müteşekkil kadrosu da bahsedilmeyi hak ediyor. Kadın başrol rolündeki -ünlü şarkıcı- Rasmee (Wayrana) ile gizemli yabancıyı canlandıran Aphisit Hama'nın ilk oyunculuk deneyimi olduğunu öğrenince açıkçası şaşırdım. Her ikisi de gayet iyi kotarmış. Her ne kadar görsel ve sesli ögelerin bu denli baskın olduğu, altında yatan hikâyesi ile dikkat çeken ve metaforlarıyla âdeta zihni bulandıran böyle bir eserde, az sayıda diyaloğa sâhip oyunculara odaklanmak biraz zor olsa da -Wanlop Rungkumjad da dâhil- hepsinin rolünün altından kalktığı söylenebilir pekâlâ. Üstelik pek kısa senaryosuna nice doğaçlama ekleyen/ekleten yönetmen faktörü de hesâba katılınca fazladan bir alkışı hak ettikleri muhakkak. Bu bağlamda iki erkek kahrâmanın denkliği de dikkate değer, zîra her ikisi de isimsiz yer alıyor kamera karşısında.

Âile, yabancı(laşma), aynı/ayna olma, mülteci, düşman, "kim"lik gibi kavramlara bir nev'i Aroonpheng'in kaleydoskopundan baktığımız bu "sessiz" çığlık, ilkel dürtülerimizden bölgenin politik gerçeklerine değin temas ettiği birçok meselede büyüleyici atmosferine biraz fazlaca güvenip mesajını iletme noktasında biraz yavan kalıyor. Metne takviye yapıldığı veyâhut nispeten ağırlık verildiği takdirde müthiş bir eser, bir başyapıt sıfatını hâiz olma potansiyeli mevcut bittabiî. Sonuç olarak; yer aldığı konumda birçok kişinin, örgütün, devletin vs. sessiz kalmayı tercih ettiği hassas bir husûsu çarpıcı bir şekilde ekrana taşıma cesâreti göstermesini de göz önünde bulundurarak; bana göre 7/10'luk bir film olduğunu söyleyebilirim.

*Thongchai McIntyre: Wong Kar-Wai'nin "2046"sında kendi adıyla rol almış. Evet almış, ama ben pek bilincinde ya da ayırdında değil(miş)im.

Bu yazıdaki görsel ögeler için Cineuropa'dan faydalanılmıştır.

POSTER



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Taxi Driver (2017)

The Witch: Part 1 - The Subversion (2019)

Dear Ex (2018)