1987 - When The Day Comes

2017'de gişede büyük başarı yakalayan; Alman bir gazetecinin 18 Mayıs 1980'deki izlenimlerini aktaran; "A Taxi Driver" (Bu filmde gardiyan rolündeki Hae-jin Yoo, onda Gwangju'lu bir taksi şoförünü canlandırmıştı.) ile mâzisiyle hesaplaşan -ya da başka bir bakış açısıyla, geçmişe ışık tutan- G. Kore sineması yılın son günlerinde bu kez kamerasını darbeci Chun Doo-Hwan döneminin sonlarına, yani 1987 yılına çevirip demokratikleşme hareketinin diğer ayağında; her ne kadar yönetmen bir söyleşide filmdeki olayların 1980 Mayıs'ı ile alâkası olmadığını, modern târihin üzücü bir parçası olduğunu söylese de; Gwangju'daki portrenin bir benzerini perdeye taşıyarak o dramatik dönemin karanlık atmosferiyle bir kez daha buluşturuyor bizi. (Bu arada, muhterem yönetmen kusûra bakmasın da üniversitedeki gösterimde "Gwangju Ayaklanması" ile "yabancı belgesel" ifâdesi kesişince ister istemez akla gelir "A Taxi Driver" da, başka şeyler de. Yani tamam, kimi doğruları ancak yabancı kaynaklardan öğrenebiliyorsunuz da... Kes-tik!)
TANITMA FİLMİ
Dönem yapımlarına; hele ki "politik-dram"lara âdeta meftun; üstelik Uzakdoğu sinemasına müptelâ biri olarak filmin afişini görür görmez heyecanlandım doğrusu. Çünkü söz konusu G. Kore olunca "1987"nin ne anlama geldiğini az çok bilecek birikime sâhip oldum bu gibi eserler hasebiyle. 2017'de arka arkaya böyle siyâsî temalı filmlerin vizyona girmesi her ne kadar tesâdüf (mü?) sayılsa da aslında o filmlerin geçtiği dönemle güncel siyâsetin bir(az) bağı var. Bu ilişkinin öznesiyse, mahkeme karârıyla görevinden azledilen ilk başkan olduğu gibi, seçilmiş ilk kadın başkan da olan Park Geun-hye'den başkası değildir. (Yargı karârının çıkacağı günlerde vizyona giren 1987'ye âit bir başka hikâye daha var aslında: Ordinary Person) Zîra kendisi, 1969'da uğradığı sûikast sonucu hayâtını kaybeden diktacı Park Chung-hee'nin biricik kızıdır. (Bu sûikastı mizâhî bir dille anlatan "The President's Last Bang" ya da Başkan Park dönemini bir berber üzerinden, yine mizâhî bir üslûpla aktaran "The President's Barber" da aklınızda bulunsun efendim.) Geçiş döneminden sonra ise yönetime el koyan darbeci Chun Doo-hwan işte bu film(ler)de yaşanan olayların bizzat müsebbîbidir. 1996'da bu dönemle alâkalı îdam cezâsına çarptırılmış, sonrasında ise politik bir kararla affedilmiştir.

Gelelim filmimize. Baskıcı rejim altındaki Güney Kore'de, demokrasi yanlısı Jong-chul Park isimli üniversite öğrencisi 14 Ocak 1987'de gözaltında mâruz kaldığı işkence sebebiyle hayâtını kaybeder. Kolluk kuvvetleri ve bürokratlar, giderek artan kamuoyu baskısı yüzünden, olayın basına sızdırılmasından çekindikleri için bir an önce hasıraltı edilmesini isterler. Usûlsüzlüklere tahammül edemeyen bir savcı sâyesinde konu basına yansır ve gerçeği ortaya çıkarmak için bir tür kedi-fare oyunu başlar.

Az sayıda eserine şâhit olduğumuz ve daha ziyâde yazıp yönettiği "Hwayi: A Monster Boy" ve "Save The Green Planet!" yapımlarıyla tanıdığımız Joon-Hwan Jang bu kez yakın dönem siyâsî târihin çalkantılı dünyâsını gözler önüne seriyor. Bunu yaparken de demokratik hareketlerin meyvesini verdiğini söyleyebileceğimiz 1987'yi alıyor kadrajına. Gösteri(ci)lerin giderek harâret kazanmasına vesîle olan, siyâsî şüphelilerin gözaltında tutulup sorgulandığı Namyeong-dong'daki polis merkezine odaklanıyoruz başlangıçta. Namyeong-dong aslında G. Kore sinemasına âşinâ olanlara yabancı gelmeyecektir. Ji-yeong Jeong imzâlı, 2012 yapımı "Namseong-dong 1985 (National Security)"te 1985 yılında bu merkezde 22 gün boyunca türlü işkencelerle sorguya çekilen etkinci (Sonraları bakan mertebesine ulaşacak bir politikacı olacaktır.) Kim Geun-tae'nin hikâyesi anlatılmaktaydı. Ayrıca o filmde rol alan Eui-sung Kim, Seong-kun Mun, Kyeong-yeong Lee gibi isimler bu yapımda da kamera karşısında yer almışlardır.

Hazır yönetmen demişken... Hâtırası tâze sayılabilecek bir dönem (filmi) için detaylar doyurucuydu. Hatta öylesine doyurucu ki yer yer gerçeğin ta kendisi. (Bkz. YONSEI Üni. kazağı, Tiger ayakkabı...) Böylesine geniş ve ünlü dolu bir kadroyla çalışmak da büyük cesâret doğrusu. MâşâAllah, kadro âdeta Samanyolu!.. (Düşünün ki Kyung-gu Sol gibi bir adamı afişe sıkıştıramamışlar. Kezâ kahramânımız Gang Dong-Won'u da.) Her biri ekranda belirdiğinde "Yok artık!" demekten kendimi alamadım, ama bir o kadar da keyif aldım. Tabiî bu kalabalık kadro, çekik gözlü kardeşlerimizi ayırt etmekte zorlanan seyirciler için bir miktar sorun teşkil edebilir. Kamera kullanımı gayet iyiydi, hele ki filmin başında -doktorun ve polis şefinin, Büro'ya gelişleri- iki dakîkayı bulan bir sekans var ki... "Aksiyon kamerası" gibi, "kamera aksiyonu" deyu bir tâbir varsa tam da bu sahneye uygun düşer sanırım. Meselâ bu sekansın bir parçasında profilden doktoru, yerdeki öğrenciye kalp masajı yaparken görüyoruz. O esnâda -her zaman olduğu gibi- gözlüğü takılı vaziyette. Kamera ters açıya geçip odağını doktordan, odaya giren memura kaydırdığında doktorun artık masajı bıraktığını ve ayağa kalkmak üzere hamle yaptığını anlayabiliyoruz. Kamera tekrar açı değiştirip ön cepheden aldığında ayağa kalkan doktorun gözlüğü olmadığını fark ediyoruz. Az sonra ise öğrencinin, masadaki gözlüğünün merceğinden, odadan çıkarılan cesedini seyrediyoruz.

Târihleri, mekânları ve hatta isimleri ile gerçekte yaşanmış olaylardan/öykülerden derlenmiş bir film var karşımızda. Aslında bu hâliyle bir tür "canlandırma (tekrar sahneleme)" olarak da kabul edilebilir. Daktilo seslerinin gölgesinde, kurmaca ile belgesel arasında gidip gelen bir yapım... Hikâye, bir öğrencinin sorgu sırasında ölümüyle başlıyor ve ikinci yarısında bir başka öğrencinin kahramanlık öyküsüne dönüşüyor. Filmin amacına uygun düşeni de bu. Zîra bir kişiye (kahramana/kurbâna) ya da zümreye odaklanmak yerine, adâletin sağlanmasında ve hakların elde edilmesinde, toplumun birçok katmanından bireyin kolektif hareketini yansıtmak niyetinde. Savcılar, gazeteciler, gardiyanlar, râhipler, öğrenciler... eliyle olaylar gün ışığına çıkıyor ve dünyâya îlân ediliyor. (Şahsen filmdeki râhip vurgusunun bir tür propaganda amacı güttüğünü düşünmüştüm, ama yine bu detaylar da hemen hemen bütünüyle o târihte vukû bulmuş.)

14 Ocak-9 Haziran 1987 târihleri arasında Güney Kore'nin yaşadığı dalgalanmaları kronolojik olarak tâkip etme fırsatı bulduğumuz yapımda Gestapo'dan hâllice, yozlaşmış ve çığrından çık(arıl)mış, Anti-Komünist Soruşturma Bürosu (AKSB) ekiplerinin kendilerini hemen her gücün üstünde görüp insanlık dışı eylem ve söylemlerde bulunmalarına iki saat boyunca tahammül etmek her bünyenin harcı değildir sanırım. (Yine de "National Security"deki kadar sert işkence görüntüleri yer almadığını belirtmeliyim.) Misal, filmde de kısaca bilgi olarak geçen, olaylardan bir yıl önce fabrikada çalışan kadın öğrencinin sorgu sırasındaki tecâvüz ve işkence sebebiyle intihar eyleminde bulunması var ki bu vahim hâdise o dönem öğrenci protestolarının artmasına vesîle olmuş. (Öyle bir dönem ki 1986'da politik tutsakların % 83'ünü öğrenciler teşkil ediyormuş.) Bu gibi detaylara yer vermesi hem hikâye derinliğini artırması adına güzel, hem de o dönem bedel ödeyenlere bir nev'i minnet ifâde etmesi adına. Aklıma hemen, savcılıktaki basın ofisinde yemek yerken eleştirilen gazeteci Yoon Sang-nam'ın, tutuklananan emekçiler hakkında yapmış olduğu haberle övünç duyduğu an geldi. Yine yönetmenin "birliktelik/iş birliği" ilkesine uygun düşen bir detaydı bu. Netîcede olayların arka planında, öğrenci eylemleri kadar, işçi eylemleri de yer almakta. Kezâ aynı sahnenin devâmında odaya getirilip bırakılan Joongang gazetesi de bir başka incelikti.
Olayları açığa çıkaran muhâbir Yoon Sang-Sam (Lee Hee-jun).
Basın öylesine bir güç/etken ki bu film sâyesinde bir kez daha kıymetini anlayabiliyoruz. Haber yapma -ve alma- özgürlüğünün engellendiği ya da kısıtlandığı durumlarda bahse konu siyasal erkin sultası altındaki toplumun karşı karşıya kalabileceği tehlikeleri tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz bu filmde. Bunu bilen ve aksettirmek isteyen yönetmenimiz de bir sahnede gerçekten çarpıcı şekilde kurgulayıp gözümüze sokuyor âdeta. Savcı Choi, AKSB Şefi Park ile tatışırken birden pardösüsünü havalandırıp elini beline doğru atar. O an, etrâfındaki tüm memurlar ellerini silahlarına götürüp kendisini hedef alırlar. Choi'nin çektiği ise döneme âit* bir Newsweek sayısıdır. Kalem-kılıç savaşında hangisinin kazanacağı sırrı ise derginin -filmdeki karede yer almayan- târihinde saklıdır.
Savcı Choi (sağda), Şef Park'ın karşısında kararlılıkla duruyor.
Film hakkında daha sağlıklı karar vermek adına yorum yapmadan evvel tekrar seyrettim. Travmatik ve trajedik bir dönemin tüm gerçeklerini suratımıza çarpan cesurca bir yapım mı, yoksa politik mesaj vermekten -suya sabuna dokunmaktan- kaçınan, hatta konformist bir söylem mi? Aslında, tam olarak objektif olmasa da, ortada kalan bir eser olmuş. Daha yerinde bir ifâdeyle, ortada durmayı tercih etmiş. Tümüyle tarafsız diyemeyiz, ama sanki o dönem bir muhabir kamerasını açıp anbean olanları kaydetmiş de şimdi bize seyrettiriliyormuş gibi bir havası var. Yine de olayların başsorumlusu olan Başkan Chun'u kadrajda görmek isterdi bu gözler. Her ne kadar bir-iki sahnede kokuşmuş bürokratlara ve politikacılara temas etse de bu hâliyle ihâle daha ziyâde AKSB'ye ve bilhassa Şef Park'a kalıyor doğrusu. Tabiî Jang'ın "Film, iyilik ve kötülük arasında bir çizgi çizmekten ibâret değil. Hepsi Kore vatandaşıydı ve olanlar bir kişiye dayandırılamaz. Onlar, bu duruma sürüklendiler. Kimin iyi ya da kötü olduğundan bahsetmek yerine böyle bir trajedinin nasıl gerçekleştiğine odaklanmak istedim." müdâfaasına da yer/kulak vermek lâzım tam bu noktada.
Sert ifâdesi film boyunca değişmeyen Şef Park (Kim Yoon-seok).
"Düşmanla aramda kim durursa, o da düşman sayılır." (Şef Park)
Şef Park (Cheo-won)'tan söz etmişken Yoon-Seok Kim'in oyunculuğunu pas geçmemek gerekir. O soğuk ifâdesi, hele ki Kuzey'deki yaşantısından bahsettiği anlardaki hâliyle rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. Tabiî role yakışan ve karakterin hakkını veren sâdece o değil. Ekranda beliren her yüz geride iz bırakıyor. Özellikle Park Jong-chul'un babasını canlandıran Jong-soo Kim'in, çok kısa bir süre görünmesine karşın, belki de sinema târihinin en dokunaklı performanslarından birini sergilediğini söylemek pekâlâ mümkündür. Yalnız kadro bu denli kalabalık olunca "başrol"e ortak sayılabilecek birçok oyuncu ile bağ kurmak zorlaşıyor. Haklarında sunulan bilgiler birkaç kelimeyle sınırlı kalıyor. Elbette bu filmin iddiâsıyla örtüşüyor. Çünkü yönetmen "Farklı karakterlerin ana rolü üstlendiği ve sonuçta ülkedeki herkesin başrol oyuncusu hâline geldiği bir film yapmak istedim." diyor. Biri(leri)nin hikâyesinden çok bir devrin röntgen filmi burada çekilen. Bununla birlikte, içinde şiddetin hemen her tonunun yer aldığı bir öyküde alaycı karakterler ya da replikler biraz sırıtıyor kanımca. Hele ki dönemin baskıcı havası düşünüldüğünde, yer yer belgesele de dönüşen bir eserde, daha eğreti duruyor. Kezâ filmin orta yerinde bitiveren gönül ilişkisi de bir o kadar kırıtıyor, ama pek rol çalamıyor. Tabiî ki arka planda ilerleyen hikâyeyi desteklemek ve ona bağlı karakter(ler)in derinliğini sağlamak adına bu tür bir yan öyküye başvurmak kabul görecek bir yöntemdir, ama Korelilerin bu hususta biraz cıvık olduğu kanaatine sâhibim. Bir anda toplumsal dramdan romantik komediye dönüşünce ister istemez afallayabiliyorsunuz.
Park Jong-chul'un külleri savrulurken çâresiz baba (Kim Jong-soo) ve ağabey...
Yazının epey uzadığının farkındayım. Aslında aldığım notlar buradakinden daha uzun, ama yer yer tekrâra da düşebileceğim için bir an evvel kesmek niyetindeyim. Anlatmakla bitmeyecek ve acısı hafiflemeyecek bir dönemin otopsisi olacak kadar derinlikli bir film değil belki, ama bu hâliyle bir belgeselden daha fazla etki bırakacağı da muhakkak. (Sonuçta IMDb gibi bir kaynakta, "A Petal" için yazılan özette "Bu film, Kore halkının gerçekleri öğrenmek için talepte bulunmasına yol açtı. Hükümet sonunda katliamla ilgili gizli dosyaları tekrar açma kararı aldı." sözleri hâlen durmakta.) Konuya ya da bölgeye uzak seyirci için yakın dönem G. Kore siyâsî târihi hakkında epey ipucu barındıran bir portre özelliği de cabası.
Hikâyenin ve ortamın yumuşatıcısı Yeon-hee (Kim Tae-ri).
Testosteron yüklü bir film olmuş son tahlilde. İddiâ ediyorum, kadraja giren tüm kadınların işgal ettiği toplam süre filmin onda birine tekabül etmeyecektir. Anaların, yavukluların ağladığı bir dizi hâdise içinde sivrilen sâdece pek "sevgili"miz, kıymetlimiz, "Ae-shin"imiz Kim Tae-ri (Yeon-hee) oluyor. Yeri geliyor, kırmızı paltolu kızımız, bu koca "jungle"da, aman cangılda -ya da cengelde işte- kana susamış ve acımasız kurtların arasından geçerek dayısının verdiği görevi de yerine getiriyor mâsûmiyetine ve güzelliğine güvenerek. MâşâAllah, pek şirin! Hım, şirin!.. Şirinler... Şirine... Aha, buldum! Zâten "Şirinler" de komünistlerin gizli bir propaganda aracı değil miydi? Demek ki film alttan alta... (Yok yok, böyle G. Kore filmleri seyrede seyrede benim de üslûbum iyice cıvıklaştı. O değil, aman sıkı giyinin, zîra bu kış -da- komünizm gelebilirmiş.)

Bu arada, filmde de yer alan, Namyeong-dong Anti-Komünist Bürosu'nun şun anki hâli:

Namyeong-dong İnsan Hakları Merkezi'nde (Garwol-dong Ulusal Polis Ajansı) Park Jong-chul'un Anı Odası
Buradan sonrası filmin
* Dergi, 29 Haziran 1987 târihlidir. Bu, filmin sonunda da belirtildiği üzere, Başkan Chun'un seçim açıklaması yaptığı gündür.

Gerçek Lee Han-yeol'ün, 10 Haziran 1987'deki olaylar sırasında kadraja takılan görüntüsü:


Bu yazıdaki görsellerde Hancinema'dan faydalanılmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

A Taxi Driver (2017)

The Witch: Part 1 - The Subversion (2019)

Dear Ex (2018)